23 Aralık 2012 Pazar

Kur’an İslâmı nedir?



Kur’an İslâmı nedir?

  Düz ovada bir insan ileriye baktığında yer ile gökyüzünü birleşmiş gibi görür. Buna ufuk denir. İnsan ufka doğru yürüdükçe ufuk genişler, daha ilerilere gider.

  Kur’an’ı ilk okuduğumda İslâmiyet’le ilgili daha önce bildiğim bazı şeyleri tespit ettim yalnızca. Tekrar tekrar okuduğumda zamanla ufkumun genişlediğinin farkına vardım;  Kur’an içinde birbiriyle ilişkili fakat dağınık duran ayetler ipler  halinde uzandı ve zihnimde birbiriyle düğümlendi adeta.

  İnsan ağaçlara tek tek bakınca içinde olduğu ormanı göremez; ben de başlarda öyle oldum. Balona binen bir insanın balonun her bir metre yükselişinde görüş alanı genişler, yükseldikçe altta kalan şeylerin detayları kaybolur. Kur’an’ı defalarca okurken çeşitli müfessirlerin ayetleri  nasıl yorumladıklarını da  inceledim. Bunları yaparken ormanda ağaçları tek tek inceleyen insan gibiydim. Zamanla Kur’an’ın övdüğü akıl benim de balonum olunca Kur’an’ı bir bütün olarak algılama mutluluğuna eriştim.

            Kur’an Allah’ın insana açıklamadığı bir amacıyla insanı halifesi olarak yarattığını söylüyor. Kur'an Allah'ın amacı doğrultusunda da insanların neleri yapıp neleri yapmaması gerektiğini, neyi helâl neyi haram ettiğini bazen nedenlerini açıklayarak bazen de hiçbir açıklama yapmaksızın tebliğ için ilk insandan başlayarak peygamberler gönderdiğini söylüyor. İnsanlar için seçtiği dinin de “Allah’a teslimiyet” anlamına gelen İslâm olduğunu belirtiyor.  Kur’an insanlara İslâmiyetin en son peygamber olan Hz. Muhammed’le birlikte sona erdiğini bildiriyor. Kur’an,  ilk insandan başlayarak Kur’an’da adı geçen veya geçmeyen tüm peygamberlerin tebliğ ettikleri tek dini insanların zamanla sulandırıp fırkalara, birbirine karşı gruplara böldüğünü, başka mecralara çektiğini, başka adlar verdiğini söylüyor.  Şu sırada dünyada birbirine en yakın olarak görünen Musevilik’i, Hıristiyanlık’ı ve Hz. Muhammet’ten sonra yalnız onun ümmeti için söylenen İslâm, aslında  ilk insandan bu yana tek Tanrılı olan dinin adıdır. Kur’an’a göre Musevilik, İsevilik ve Muhammedi’lik yoktur. 

Kimin İslâm dinine ait olduğuna gelince Kur’an Bakara Suresi 62. ayetinde[1] adları ne olursa olsun Allah’a ve ahiret gününe inanan, hayır ve barışa yönelik işler yapan kimseleri İslâm dininin üyeleri olarak görüyor. Mâide Suresi 3. ayette[2] Allah, insanlara seçtiği din olan İslâm’ın artık en üstün olgunluğa erdiğini bildiriyor. İşte bu ormanı bulmak, ormanı görmektir. Orman bulunduktan sonra onu meydana getiren ağaçlar teker teker incelenerek cinsleri, hangisinin hangi iş için elverişli olduğuna bakılabilinir. Kur’an’ın ayetleri de böyledir. Hepsinin birleşmesi Kur’an’ı meydana getirir, ama hangisinin ne anlama geldiği, ne demek istediği anlaşılmaya başlar; mesela namaz insanları kötülükten alıkor, [3] beyni uyuşturucular ve kumar insanların arasına düşmanlık ve nefret sokarak barış içinde yaşamaya engel olur.[4] Hayır olarak ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmak sosyal adaletin sağlanmasına aracı olur. İnsanlar arasında güveni ve mutluluğu sağlayan, güçlünün zayıfı ezmesini önleyen ve barışı sağlayan adalettir. Kur’an en yakını aleyhinde bile olsa insanın adaletten ayrılmamasını emreder[5]...

Orman içinde ağaç kesilmeye başlanırsa başta orman yok olmaz, ama kesilen ağaçların sayısı arttıkça orman zayıflar, zamanla da  yok olup gider. Tek tanrılı din olan İslâm, insanlık tarihinde  kaybolmuş ya da şekil değiştirmiştir. Orta Doğu'da da Hz. Musa’dan sonra zamanla Tevrat ayetleri insanlar tarafından ağaçların kesilip ormanın seyrelmesi gibi  seyreltildiği için, Hz. İsa gelip görevini tamamlamış olan ayetleri Allah’ın emriyle kaldırıp yerine yenilerini getirdi.[6] Zamanla onun ümmetleri de Hz. Musa'nın ümmetleri gibi İslâm’ı zayıflattılar. Bu kez Hz. Muhammed Allah’ın vahyettıği Kur’an ayetlerini tebliğ etti. Hz. Muhammed’in vefaatından bu yana İslâm adı yalnız Hz. Muhammed’in ümmeti için kullanılır oldu. Ne yazık ki, o günden bu güne de Kur’an’daki ayetler ormanın ağaçlarının günden güne kesilip ormanda çürümeye bırakıldığı gibi, Kur’an’ın iki kapağı içine hapsedildi, ormana girmek isteyenlerin engellenmesi gibi Kur’an’la insan arasına maniler konuldu.[7]  Kur'an'ı okuma, kurallar çıkarma tekelini ele geçirenler, ormana girme yetkisi olan teorisyen ziraat mühendislerinin ağaçları tek tek tek inceleyip hangisinin ne işe yarayacağı, ya da yaramayacağı tartışmalarıyla vakit geçirmesi gibi, kendi şahsi  ya da hocalarının  görüş açılarından bakarak yalnızca fili tuttuğu yere göre tarif edenlere[8] dönüşerek Kur’an’ı ve İslâm’ı tarif ettiler.

Kur’an’ın önem verdiği akla çelme atan iki grup sekiz asırdır Kur’an’ı ve aklı dışlayarak İslâm’ı yerlerde süründürmektedir: Bunlardan biri Kur’an’ın içinden olmayan manalar çıkararak İslâm’ı bir mitolojiler ve kerametler dinine dönüştüren tasavvufçu tarikatlar, diğeri de İslâm’a fıkıh yorumlarıyla dar bir zırh giyindirerek hareket edemiyecek hale getiren kelamcılar.

Ormanı görmenin zamanı gelmedi mi hâlâ?

Maksut Sarı
Gladbeck, 23.12.2012



[1] BAKARA 62. “Şu bir gerçek ki, iman edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sabiılerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp barışa ve hayra yönelik iş yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar.”

[2] MAİDE 3. “[…] Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim. […].”

[3] ANKEBUT 45. “Kitap’tan sana vahyedileni oku. Namaz da kıl. Çünkü namaz , çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah’ın Zikri/Kur’an’ı daha büyüktür. Allah, neler yaptığınızı biliyor.”

TÂHÂ 14."Hiç kuşkulanma ki ben Allah'ım. İlah yoktur benden başka. O halde bana kulluk/ibadet et ve namazını, beni hatırlayıp anmak için yerine getir."

[4] MAİDE 90. “Ey iman edenler! Uyuşturucu, kumar, tapılmak içim dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”

MAİDE 91. “Şeytan; uyuşturucu ve kumara sokularak aranıza düşmanlık ve nefret yerleştirip sizi Allah’ı anmaktan namazdan geri çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi?”

[5] NİSA 135. “Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun! Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.”

[6] ALİ İMRAN 50. “Tevrat’tan önümde bulunanı doğrulayıcıyım. Size haram kılınmış olanın bir kısmını size helâl yapacağım.Rabbinizden bir mucize getirdimsize. Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”

[7] “Dort Mezhebin Fıkıh Kitabı”nda namaz abdestini bozan herhangi bir sebeple (küçük hades) abdestsiz durumuna düşen birinin Kur’an’ı değil okumak ele bile alamayacağı yazılı:

MALİKÎLER: Küçük hades Mushafa (Kur’an) veya bir kısmına bir âyet olsa dahi, arabî hattı ile yazıldığı zaman el sürmekten men eder. Kufî yazısı da bu kabildendir. El sürmek ister bizzât ister bir perde veya ağaç ile olsun aynıdır.

HANBELÎLER: Küçük hadesin, mükellef bir kimseyi, ister tamâmı ister bir kısmı olasun, bir âyet olsa dahi, Mushafa el sürmekten men ettiğini söyler. Onlara pak olan bir perde veya ağaç ile Mushafa el sürmek yahut bizzat Mushafın taşınması maksûd (amaç) olsa bile, onu bir torba ile veya biz bez parçası veya birtakım eşya içerisinde taşıması câiz olur. [...] Ezberlemek veya öğrenmek maksadı ile de olsa, çocuk abdestsiz ol duğu müddetçe, çocuğun velîsi için, çocuğuna, Mushafa veya onun Kur’an yazılı olan yazı tahtasına elini sürmeyi için imkân vermesi câiz olmaz.”

ŞAFİÎLER:  Küçük hades ile hadesli olan [...] Yine Mushaf torbası ile asılı olduğu müddetçe torbasına el sürmek de harâm olur. Yine böylece, râcih kavil üzere, yazı tahtası gibi kendisine ders için Kur’an yazılan şeye de el sürmek harâm olur. [...] Temiz bir ağaçla Mushafın yaprağını çevirmek câiz olur.”

HANEFÎLER: Küçük hades, Kur’an’a el sürmeyi ve onu tamamen veya kısmen, bir ayet dahi olsa, ister Arabî ister Fârisî ile isterse bunlardan başka lügatlardan biriyle olsun, yazmaktan men eder. Ancak onun denize düşmesi veya yakılmasından korkulması gibi zarûret hâsıl olursa, bu takdirde ona el sürmesi câiz olur.
(EGE, Hasan [Tercüme eden: Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, Bahar Yayınevi, 1. Cilt, s. 94-96, dipnot 134.)

 Görüldüğü gibi Mezhepler Kur’an’a  ters düşme pahasına bile Kur’an ile insan arasına sınır koymaktan çekinmemekte, Kur’an’a abdestsiz el değmesini bile haram kılmaktadırlar. Oysa Kur’an Kamer Suresinde Andolsun ki, biz Kur’an’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?” (17, 22, 32 ve 40. ayetler) diye serzenişte bulunuyor, okunup anlaşılmasını istiyor.  

Kur’an,  “Ey iman sahipleri! Allah’ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez.” (MAİDE 87) dediği halde her ne hikmetse bu hak olduğuna inanılan mezhepler Kur’an’a inat Kur’an’ı ele bile almayı haram ediyorlar. Putları deviren bir dinin Kitabını putlaştırmak olmaz mı bu?

[8] "Hintliler,karanlık bir ahıra bir fil getirip halka gösternek istediler. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkanı yoktu. O göz gözü görmeyecek kadar karanlık olan yerde, ellerini file sürmeye başladılar. Birisi, eline filin hortumunu geçirdi, ‘Fil bir boruya benzer.’ dedi. Başka birinin eline, filin kulağı geçti, ‘Fil bir yelpazeye benziyor.’ dedi. Bir başkasının eline ,filin ayağı geçmişti. Dedi ki: ‘Fil bir direğe benzer.’ Bir başkası da filin sırtını ellemişti.’Fil bir taht gibidir.’ dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa,filli ona göre anlatmaya başladı. Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu: Birisi dal dedi,öbürü elif........." (MEVLANA: Mesnevi)



1 Ekim 2012 Pazartesi

ÇIKMAZLARIN ÇIKMAZINDAYIM



ÇIKMAZLARIN ÇIKMAZINDAYIM

İçim dolup taşıyor,
Ha ağladım ha ağlayacağım.
Neden olduğunu bilmiyorum,
Ha bağırdım ha bağıracağım.

Kollarım kanat oldu uçmaya hazır,
Ayaklarım beton içinde zincirli.
Bedenim ha parçalandı ha parçalanacak,
İçime akıtıyorum zehirimi.

Örsle çekiç arasında gibiyim.
Öyle bir çıkmazdayım ki dostlar,
Yukarı tükürsem bıyık,
Aşağı tükürsem sakal.

17 Mayıs 2012 Perşembe


Karanlık Bir Odada Olmayan Kara Bir Fareyi Yakalamak
Birbirini tanımayan insanlar biraraya gelmiş  bir meydanda toplanmıştık. Bu meydanın bir tarafında dağlar var, bir tarafında orman, öbür tarafında uçsuz bucaksız bir çöl ve bir tarafta da bir deniz.  Sonra biri kalkıyor “Arkadaşlar aramaya başlayacağız. İsteyen istediği yerde arayabilir. Ne aradığımıza gelince; aradığımız şey neden burada olduğumuz sorusunun   cevabı. Bulana çok büyük bir mükafat varmış.  Bu Mükafat ebediyyen bir daha açlık, susuzluk çekmemek. Sıcak ya da soğukta kalmamak. Hep mutlu olmakmış.”
Birileri hemen ilk bulan olmak için tahmin ettiği yöne doğru yola çıkıyor. Kalanlar aralarında konuşmaya başlıyorlar. Dağlara gidip aramanın daha mantıklı olduğunu açıklayıp diğerlerini de kendi fikirlerine ortak etmeye çalışıyor bazıları. Denizlerde aramayı, çöllerde aramayı, ormanlarda aramayı daha mantıklı görenler de aynısını yapıyor, hararetle bazen yumuşak bir sesle, bazen bağırıp çağırarak, hatta kendileri gibi düşünmeyenleri sopalamakla tehdit ederek  aramak istedikleri yönde kendileriyle birlikte olması için diğerlerini iknaya çalışıyorlar.
Birileri de önce oturup aralarında sohbete başlıyorlar. Nerede bulacakları hususunda akıl yürütüyorlar. Aralarından bazıları da kendi aralarında bir birlik olup beraber bulmak için anlaşıyorlar. Birileri de bunlara hiç katılmıyor ve oturdukları yerden kalkmıyorlar bile. Bulanın nasıl olsa bulduğunu açıklayacağını düşünüyorlar. Başka birileri de göğe yükselecekleri  ve havadan kuşbakışından dağları, denizleri, ormanları ve çölleri gözden geçirmeyi amaçlıyor ve uçmak için araçlar yapmaya çalışıyorlar. Herkesi ayrı ayrı dinledikten sonra, bazen bir gruba katılmayı düşünüyor, sonra ondan vaz geçip diğer bir gruba katılmaya karar vermişken ondan da vazgeçip başka bir gruba doğru yöneliyorum. Her yerde olabileceğini düşünüyorum. Her yönde de aramaya başlıyor, tam ormandayken yönümü çöle yöneltiyorum. Bir müddet sonra da denize doğru yönelmiş olduğumu farkediyorum. Derken zaman su gibi akıp gidiyor. Bir de bakıyorum ki çeşitli yönlere gidenlerin büyük bir kısmının dönmediğinin, dönenlerin de elleri boş olduğunun ayırdımına varınca aklıma şu soru geliyor. Bizim aradığımız cevabın şekli nasıl? Bir kağıtta mı yazılı, bir sepetin içinde mi yoksa bir levha üzerinde mi? Bunu bilmeden  ne aradığımızi bilmeden hiç bir zaman bulamayacağız bu sorunun cevabını. Hem bu  ödevi bize yükleyen nerede? Gören bilen var mı? Kim di bu? Ona soralım aradığımız şeyin şekli nasıl. Bize tarif etsin ki bulalım. Biraz sonra herkes bu soruyu sormaya başladı. Ama işte bunun da cevabı yoktu. O zaman bir taşın üstüne oturdum ve artık aramamaya karar verdim...

Maksut SARI
Gladbeck, 17.05.2012, Saat: 02:41

28 Şubat 2012 Salı

Klasik Müzik, Felsefe ve Din

Klasik Müzik, Felsefe ve Din

 ''Klasik muzik, felsefe ve din'' ilk bakışta birbiriyle ilişkisi yok gibi gözüküyor, ama bence üçünün de ortak bir noktası var, o da üçünün de zor anlaşılır ve zor anlatılır olması.

Öğretmen okulunda müzik öğretmenimiz Mehmet Metin Bey, bize bazen Mozart’ın, Bethoven’in falan klasik müzikleri olan plakları çalar, dinlememizi isterdi. Can sıkıntısıyla dinler veya dinlermiş gibi yapardık. Kısacası klasik batı müziği bana birbiriyle ilgisi olmayan tonlardan oluşmuş, kulak tırmalayan bir gürültü gibi gelirdi. Bunu dinleyenlerin "Kral Çıplak“ masalındaki halk gibi sırf aydın sayılsınlar diye yapmacık bir şekilde anlarmıs gibi davrandıklarını düşünürdüm...

Yıllar sonra Almanya’da yaşamaya başladım. Öğretmenliğimin yanında bir yandan da Essen Üniversitesi’nde mastere başlamıştım. Üniversite,  yalnız yabancı öğrencilerin çok az bir ücret karşılığında katılabilecekleri bir Berlin gezisi düzenlemişti. Okul tatiline de  denk geldiği için ben de geziye katıldım. Gezide Monika adlı Polonya’lı bir öğrenciyle kafamızda uyuştuğu için, üniversitenin programı dışında kalan zamanda sık sık birlikte bir kafede oturup sohbet ediyorduk. Söz dönüp dolaşıp müziğe  geldi. Monika klasik müzik ve jazz hayranı idi. Bir akşam Monika ile yaşamımda ilk defa bir jazz konserine gittim. Orada solo kemanın sesi bir anda beni kendimden alıp, çocukluğumun, onlu yıllardaki gençliğimin  olduğu yerlere götürdü. Kendimi sanki yaşamım üzerinde gökte uçan ve dalga dalga zamanda yüzen biri gibi hissettim. Çok sevdim ve ileride başka jazz konserlerine gitme kararı verdim. Başka bir gün de yine Monika ile klasik müzik üzerinde konuştuk. Ben klasik müziğin bana gürültü gibi geldigini söyledim. O sırada sinemalarda  Mozart’ın yaşamını konu alan Amadeus adlı bir film oynuyordu. Monika’nın teklifi üzerine o filmi görmek için sinemaya gittik. Filmde Mozart’ın ölüm ve defnedilme bölümü acıklı bir şekilde sahnelenmişti; hava koyu gri ve yağmurluydu. Arka planda Mozart’ın Requiem’i çalıyordu. İlk defa o müzik bana gürültü gibi gelmedi, içimde birşeylerin kaynadığını hissettim. Gezi bitip geri evimize döndüğümde „Bu klasik müzikte birşeyler olmalı ki, kültür düzeyi yüksek insanlar bundan zevk alıyorlar. Herhalde herkes rol yapmıyor“ diye düşündüm ve en kısa zamanda kullanılmış bir pikap aldım. İlk aldığım plak da Mozart’ın Requiem’iydi. Daha sonra Monika’nın tavsiye ettiği  Mozart’ın Eine kleine Nachtmusik’ini. Entführung aus dem Serail’ini ve Türkenmarsch’ını Bach‘, Toccata’sı aldım. Daha sonraları da Viyana’ya her gidişimde mutlaka bir operaya ya da baleye gider oldum. O başlarda gürültü saydığım müziğin ne kadar ince, güzel ve ruhu doyurucu olduğunu anlama mutluluğuna eriştim. Zamanla da ister halk, ister klasik müziği olsun sözlü ya da enstrümantal tüm dünya ülkelerinin müziklerini son derece zevk alarak dinler oldum.

Felsefeyi de deli saçması şeklinde görüyordum önceleri, tıpkı klasik batı müziğini gürültü olarak gördüğüm gibi. Ona da basamaklarla çıkmak varmış. Ama o basamaklar o kadar dik ve dar ki… Felsefe ve klasik müziğin beni zamanla  yavaş yavaş herşeye önyargı ile yaklaşmaktan uzaklaştırmaya başladığını fark ettim. Dinleri incelemeye başladığımda eskiden aralarındaki farklılıklarını görürken, zamanla benzerliklerinin ayırdımında olmaya başladım, özellikle de Yahudilik‘in, Hırıstiyanlık’ın ve İslam’ın… Bu benzerliklerin ne olduğunu anlatmaya başladığımda gördüm ki, anlatmaya çalıştıklarım anlaşılmıyor, tıpkı benim klasik müziği gürültü, felsefeyi deli saçması gibi algıladığım gibi insanlar da benim anlattıklarımı öyle algılıyorlar. Budha ormana çekilmiş, Zerdüşt dağlara çekilmiş, Hz. Muhammed Hıra Dağı’ndaki mağrada, Hz. İsa çölde bulmuş huzuru. Sonra hepsi de insanlar arasına dönüp onları aydınlatmaya çalışmışlar. Bence sayıca çok takipçileri olmuş, ama kalite açısından çok ama çok az. İşte bu yüzden onlar gibi bilgi hazinesi olmayan ben, sessiz dostlarım olan kitaplarda bulmaya çalışıyorum huzuru; sessizler, ben isteyince öğretiyorlar ve hep sabırla beni bekliyorlar insanlar arasına dönmeye de niyetim yok.

Maksut SARI, 28.02.2012  03:04

20 Şubat 2012 Pazartesi

"Abdestsiz Kur'an okunur mu?"

"Abdestsiz Kur'an okunur mu?" 

   Çalıştığım okulların birinde bir öğrenci benim  yine eski bir öğrencimin FACEBOOK’ta başörtüsü ile ilgili koyduğu resimlere tepki olarak yazdığım “BAŞÖRTÜSÜ” (http://dr-sari.blogspot.com/2010/11/basortusu.html?spref=fb)  ve “Başörtüsünün Kur’an’da ve İncil’de Yeri” (http://dr-sari.blogspot.com/2010/11/basortusunun-kuranda-ve-incilde-yeri.html)  adlı yazıma verdiği cevabi bir yazıda  yıllarca önce “Kur’an abdessiz de okunabilir” sözüme aklını takmış ve şunları yazmış:

X:  “maksut sari , sen bence burda batiyorsun . cünki birzamanlar sen diilmiydin bazi ögrencilerine kurani kerimin abdestsiz eline alinabilecegini . ve ben bunu o insanlarla cok anlatmaya calistim taki bir saglam din adamina sormalarini istedim . ve diger bir gün gelip benden özür dilediler . dedilerki hocada abdestdiz kuran alamassiniz elinize dediler. bence böyle konulara siz yani sizin gibi mealleri istedigi gibi cevirip insanlara yanlis sunanlar hic girmesin . kusura bakmayin ama bunu size söylemek zorundayim .

 Maksut Sarı: “Merhaba X! Gecmiste ögrencim olarak, simdi de senden yas bakimindan senden daha ileri oldugum halde bana nasil hitap edilecegini bile bilmemen beni üzdü. Hz. Ali'nin "Bana bir kelime ögretenin 40 yil kölesi olurum" dedigini her halde duymussundur. Kur'an'a dayanarak "Kur'an'ın abdestsiz ele alınamayacagın"ı ispat etmen icin sana firsat veriyorum. Bunun icin o "saglam" dedigin din adamlarini da yardima çağırabilirsin. Eğer iddiani ispat edemezsen ve de bu konuda özür dilemezsen, sana hakkımı helal etmem bunu da bilesin. (‘‘Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacak’’ İsra Suresi (17., gelişine göre 50. sure)”

X: “merhaba maksut hoca . hitap konusunda size biraz yanlis yapmis olabilirim . fakat diger yazdiklarimdan dolayi hic ama hic pisman diilim . cünki bana din hocalarim ne dediyse ben onu söylüyorum . ispat etme ihtiyacida duymuyorum . siz kendiniz gidip saglam bi din adamina sorarsaniz sizede ayni seyi söyleyecektir . yukardaki ayet sizin icinde gecerli. 1 satir ayetin icinde ne kadar gizlilik var sizde bunu duymussunuzdur . bunu cözmekde gercekten bu isi yapnalarin harci diye düsünüyorum . bu konuda hakknizi helal etmesenizde üzülmicem. bu konu hakkinda fazlada bisey yazmicam .hosca kalin .

Maksut Sarı: X, ben,  ...’ın buraya koyduğu bir resim hakkında düşüncemi belirttim. Sen de geçmişten yola çıkarak hiç de hoş olmayan bir üslupla bir tartışma başlattın. Sonra da sanki haklıymışsın intıbaını uyandıracak bir şekilde tartışmayı kesiyorsun. Bu durumda yine Kur’an’ın gölgesine sığınıyorum:
1. „din hocaları“nın dediklerine güvendiğini söylüyorsun. Her sakallı “dede” olmadığı gibi her din hocası geçinen de iddiasının eri olmayabilir. Sen yine de buna uyarsan…

Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiğinde: "Hayır! Biz,atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Peki, ataları bir şeye akılerdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!“ BAKARA 170.“

2. Müslümanın ilk ve tek kılavuzu Kur’an’dır. „Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnızAllah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele
kılavuzlamaz. ZÜMER 3

3. Kur’an’ı okurken bilgin ve tecrüben yetmediği zaman anlamını bilenlere sorarsın, zira:

„ […] De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır."  ZÜMER 9.

Tüm bu açıklamalarıma rağmen geçmişten gelen bir sorunun varsa ki, Türkçemizde ona „kuyruk acısı“ derler, bunun acısı çıkarmaya uğraşıyorsan bunun yeri burası değil hele hele DİNİ sorunları alet etmek hiç olmamalı. Benimle bu hususta açık açık konuşabilirsin. Allah’a emanet olasın.

X: benim sizinle gecmiste bir sorunum olamaz cünki ben sizin ögrenciniz diil ...’nın ögrencisiydim . kuyruk acisi sorunu burda hallolmus oluyor sanirim .her sakalli dedemidir konusuna gelince yanlis bilgi veriyorsunuz insanlara bu sizin alaniniz diil birakin bu konuyla gercekten ilgilenen insanlar konussun . Cevap:
Evet, abdestsiz Kur’an-ı Kerim okunur. Hatta bir insan cünüp olduğu zaman ve bir kadın ay halinde iken de Kur’andan bazı ayetleri okuyabilir. Ancak bunun üç şartı vardır:
1. Okuduğu ayetler dua ve zikir ayetleri olmalıdır.
2. Ezber okumalıdır.
3. Kur’an-ı Kerimi eline alarak okumamalıdır.
Bu üç şarta uygun olarak ezberindeki “Besmele, Fatiha, ihlâs ve muavvizzateyn ve dua ayetlerini” dua ve zikir niyeti ile okuyabilir.

Bunun sebebi yüce Allah'ın “O’na temiz olanlardan başkası dokunamaz” (Vakıa, 56:79) ayetidir. Temiz olmaktan maksat ise peygamberimizin (sav) bize öğrettiği gibi önce kalbi küfürden temizlemek, sonra da bedenimizi maddi ve manevi kirlerden temizlemek, yani abdest almaktır. Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerimi eline alan bir mü’min Allah’ı görmediği için Allah’a olan saygısını ve sevgisini Allah'ın her zaman kendisini gördüğünü düşünerek ve inanarak Kur’an’a saygı ile gösterir. Kur’âna saygısını da Kur’an-ı Kerimi abdestli ve edepli bir surette ele alarak ve belinden aşağı tutmayarak, okurken karşısında diz çökerek ve kıbleye dönüp okuyarak gösterir. Bu edepli hali ne derece mükemmel ise imanı o derece kâmildir. Bu hali ile de Allah’a daha sevgilidir. Allah elbette kendi kelâmına saygı ve edeple yaklaşanı, saygısız ve edepsiz davranana tercih eder. Yoksa haksızlık olmaz mı?
kuran abdestsiz ele alinir konusunu böylece kapatalim isterseniz . hosca kalin .”

“umarim amacim sizi kirmak diil bazi seyleri bilmediginizden dolayi veya anlamak istediginiz gibi anladiginizdan dolayi bu konuya aciklik getirmek isteyisimdir. kuyruk acisi felan bunlara benim ihtiyacim yok . hem olsa bunlari size dobra dobra söyleyebilecek cüretimde var . hosca kalin !”


Maksut Sarı: “X, sen bu konunun benim alanım olmadığını söylüyorsun. Kur’an’ın söyledikleri  “Ben Müslüman’ım” diyen herkesin alanına girer. İslam hiç kimsenin tekelinde degildir.  Kur’an Kamer Suresi’nde (17., 2., 32., 40. Ayetler) „Andolsun ki, biz Kur’an’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?“ diye defalarca serzenişte bulunuyor. Demek ki, esas olan  her Müslüman’ın görevi Kur’an’ı öğüt ve ibret için okuyup anlaması gerek. Aynı Kur’an şunu da söylüyor: „[…] Kulları içinde Allah'tan ancak bilginler ürperir. Allah Aziz'dir, Gafur'dur. (FÂTIR S. 28. Ayet)

Kaynak bile vermeden, kendi eserinmiş gibi  internetten (http://www.fikirbahcesi.org/soru-cevap/abdestsiz-kuran-okunur-mu.html) doğrudan doğruya kopyalayarak buraya aldığın yazıyı biraz daha araştırsaydın onlarca kişinin aynı yazıyı motamot kopyalayarak „hocalık“ tasladıklarını görürdün. Bak buraya ben de tersi fikirde olanların yazılarından birkaçının linklerini koyacağım, ama bu bilimsel olmaz, bilim adamına yakışmaz:
http://haber.gazetevatan.com/0/24155/4/Haber
http://www.kurannesli.info/bilgibankasi/yazi.asp?id=1146
http://www.yolgosterici.com/A93.htm

   Sana bilim adamının nasıl çalıştığını göstermek için örnek olsun diye  iki kaynaktan nasıl alıntı yapıldığını göstereyim:

1.    Kur’an’a abdestsiz dokunulmaz diyenler, bu iddialarını Vakıa S.  79. ayete dayandırlar (لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ ). Prof. Kutub  bu ayetin geliş nedenini açıkladıktan sonra şöyle söylüyor: „Müşrikler Kur’an’ı şeytanların indirdiğini sanıyorlardı. Burada bu iddia reddedilmektedir. Çünkü şeytan Allah’ın katında hissedilen bu kitaba el süremez. Onu ancak arınmış melekler indirirler. Ona arınmış olanlardan başkası el süremez“ ayetinin en açık ve uygun tefsiri budur. Burada (لَّا) edatı  nefy içindir. Nehy için değildir. Nihayet Kur’an yeryüzünde temiz ve pis, mü’min ve kafir herkes elleyebilir. Bu durumda nefy edatı tahakkuk etmez. Ancak mânayı şeytanların indirmesine bağlamakla nefiy edatı gerçekleşmiş olur. Gökte saklı bulunan bu kitabı ancak arınmış olan melekler eller demekle şeytanların indirmesi iddiası nefyedilmiş olur“  (bak: Kutub Prof., Seyyid: Fîzılâl-il Kur’an. Tercüme edenler: M. Emin SARAÇ: El-Ezher Üniversitesi Şeria Fakultesi Mezunu, İ. Hakkı ŞENGÜLER: El-Ezher Üniversitesi Mezunu, Malatya Eski Milletvekili, Bekir KARLIĞA: Yüksek İslam Enstitüsü Mezunu; Üsküdar Eski  Merkez Vaizi, Hikmet Yayınları 2. Baskı, Cilt 14, s. 264.)

2.    Aynı ayetle ilgili olarak Prof. Yaşar Nuri Öztürk geniş bir açıklama yaptıktan sonra şunları söylemekte: „Putperest Araplar, Kur’an’ı cin ve şeytanların Hz. Muhammed’e getirdiğini iddia etmişlerdir. Bu ayet, önceki ve sonraki ayetler bu iddiayı reddetmek için nâzil olmuştur.  „Bu Kur’an şereflidir, saklı bir kitaptadır, ona ancak paklanmış melekler dokunabilir, âlemlerin Rabbinden gelmedir“ sözlerinin gayesini, manasını anlayamayanlar sadece cımbızla (arındırılmış-mutaharrun) kelimesini çıkarıp ona abdest alma (vudu) mânasın veren sığ görüşlü kimselerdir. Sonra „saklı bir kitap olan Kur‘an’ın elimizdeki mevcut olan, hiç kimseden saklı ve gizli olmayan Kur’an olarak anlaşılması tamamen saçmadır.; ayetin sözlük anlamına bile zıddır. Elimizdeki Kur’an değildir. Buna kafir de putperst de tutmaktadır ve kafirin Müslüman olması için, tutmak, okumak ve anlamak imkânı Kur’an tarafından kendisine verilmiş iken, Müslüman’a bile tutmasının haram yapılması akıl almaz yanlışlardandır.“ (bak: Öztürk, Yaşar Nuri: Kur’an’daki İslam. Yeni Boyut Yayınevi, İstanbul 1998, 31. Baskı, s. 161-163.)

  Abdest kelimesi Kur’an’da Maide Suresi 6. Ayette bir kez geçer o da namaz kılmanın şartlarından biridir: „Size ey iman etmiş olanlar! Namaz kılacağınız zaman yüzünüzü, ellerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yaıkayın ve [ıslak] ellerinizi basşınızın üzerine hafifçe sürün ve bileklerinize kadar ayaklarınızı [yıkayın]. Eğer boy abdesti gerektiren bir halde iseniz kendinizi temizleyin''. […] (bak: Esed. Muhammed: Kur’an Mesajı, meal-tefsir.İşaret Yayınları,İstanbul 2009. 7. Baskı, s. 252). Bunun dışında abdest alınması gereken başka bir durumu tüm Kur’an’da ikinci kez bulamazsın. Bundan başka yine namazın şartlarından biri diğeri de gusl/boy abdestidir. Boy abdesti de yine Kur’an’da yalnız iki kez geçer:  Nisa S. 43. ve Maide S. 6. ayet.

   Tüm bunları söyledikten sonra yazımı ve tartışmayı Mevlana’ın şu sözleriyle bitiriyorum: „3009. Sual de bilgiden doğar cevap da… Nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!“, „ 3010. Hem sapıklık bilgiden olur, hem de doğru yolu buluş… Nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da!“ (Mevlana: Mesnevi , Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Şark İslâm Klasikleri, İstanbul 1995, IV. Cilt, s. 241). 

Allah’tan bizi  bilgiden doğru yolu bulanlardan eylemesi niyaz ederim. 
Allah’a emanet olasın. 


Maksut SARI, 20.02.2012

21 Ocak 2012 Cumartesi

“ASLAN POSTUNA BÜRÜNEN EŞEK“

“ASLAN POSTUNA BÜRÜNEN EŞEK“

Ezop bir hayvan masalında az biraz ders çıkaralım diye,
Aslan postuna bürünen bir eşeğin halini anlatır bize.
Ama nedense bir türlü kafasına girmez bazılarının,
Özellikle  dev aynasında kendine hayran hayran bakanların.

İşte başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batı
Tıpkı masaldaki eşeğin kendini aslan sanması gibi,
En yiğit, en güçlü,en korkusuz insanlar olduklarına.
İnandırırlar soymak istedikleri ülkelerin başlarını.

Bu korkusuz liderler(!) başlarlar sağa sola sataşmaya,
Böylece yavaş yavaş düşerler kurulan tuzağa
Oyunu sahneye koyan  Amerika ve Batı,
Kıçlarına parmak atılmış gibi basarlar yaygarayı:
„Aman ha aman! Bunlar çok yaman! Destek olun bize,
Engelleyelim bunları gelmeden dünya dize!“

Tüm dünyanın geri kalan saygın devletleri,
Sessiz sedasız seyrederler dönen dümenleri.
Hani nasıl çakal sürüleri saldırırlar aslana,
Gerçek aslan bile başedemezken çakal sürüsüyle,
Sahte aslan mı başedecek bu gözü dönmüşlerle?
Gaza gelen liderler boylarken eşek cennetini,
ABD ve Batı boydan boya işgal ederler ülkeyi.

Miloşeviç, Saddam ve en son da Gaddafi
Değil mi bunun en güzel örnekleri?
Sırplar ucuz atlattı bunu Hıristiyan oldukları için,
Ama Müslümanlara ödetiyorlar kanla, kadınlarıyla,
Aslan postuna bürünen eşeklerinin ceremesini.

Maksut SARI
21.01.2012