27 Ağustos 2013 Salı

İslam Dini'nin kendi tekelinde olduğunu sanarak Atatürk'e hakaret edenlere cevap



“EĞRİ OTURALIM, DOĞRU KONUŞALIM”

Birinin canı sıkılmış ve FACEBOOK’ta açtığı “Atatürk'ün Üstüne  Bir  Çizgi  Çektik“  adlı sayfasında

 Atatürk olmasaydı baban kimdi bilemezdin şerefsiz!' saçmalıklarını duymaktan bıktım!“ demiş ve eklemiş:  „Biz babamızdan değil, İslam'dan sorulacağız!“ Buraya yani „İslam'dan sorulacağız” kısmına bir mim koyalım, zira aynı yere yeniden geleceğiz. Kalan kısmı aynen kopyalarak buraya yapıştırıyorum:


“Anadolu'nun işgal edilemez bir coğrafya ve bu toprakların insanlarının işgal altında kalmaya asla tahammül etmez Müslüman bir Millet olduğunu idrak edemeyenlerin, ...İngiliz İşbirlikçisi bir Diktatör'ü kurtarıcı zan etmeleri bizi değil kendilerini bağlayan fanatik bir esarettir, çağdaş bir yobazlıktır! Bu cehalet ve bu resmi tarih yalanları varken sevmek normaldir ama tapmak sapıklık, taptığı adam için başkasına hakaret ruh hastalığıdır!
Mesele minnet duymaksa, Alpaslan olmasa Anadolu'nun, Fatih Sultan Mehmet olmasa İstanbul'un yüzünü dâhi göremezdiniz! Hele peygamberler ve nihayet Muhammed aleyhisselam olmasa, Sizi Yaratan Allah'ınızı ve Dininizi dâhi bilemezdiniz! Arşivler açılana ve 5816 kalkana kadar sabredin,çok acı gerçekleri çok yakînen öğreneceksiniz...
ANALİZ MERKEZİ -Fatih Tezcan-„

Bu zat iftiralarına İslam’ı alet ettiği için yazdıklarını Kur’an açısından inceleyeceğiz, zira İslam’ın temeli Kur’an’ı Kerim’dir ve bu dinin peygamberi Hz. Muhammed de bu kitabı tebliğ etmekle görevlendirilmişti.

Alpaslan olmasa Anadolu'nun, Fatih Sultan Mehmet olmasa İstanbul'un yüzünü dâhi göremezdiniz!” demiş ve Atatürk’ü ve yaptıklarını aklınca hiç görmüş, aşağılamış hatta ona İngiliz işbirlikçisi diyebilecek kadar iftira ve zannını ileri götürmüştür...

Müslüman geçinip de Kur’an’dan bi haber olanların  kullandığı iki terim var “FETİH ve İŞGAL. Eğer başka birilerinin topraklarına girilip oralar orada yaşayan insanların ellerinden alınmış, insanlarının bir kısmı savaştan sonra köle, cariye olarak esir pazarlarında satılmış, sonra da kalanlar vergiye bağlanarak sömürülmüşse bunun adı FETİH. Yok eğer başka milletten, dinden insanlar bu Kur’an’dan bi haber  insanların– ki neden bi haber olduklarını açıklayacağız – topraklarına girmiş onları köle, cariye olarak esir pazarlarında satmış sonra da kalanları vergiye bağlayarak sömürmüşse bunun adı da İŞGAL oluyor.

Buraya kadar doğru mu?

Şimdi bakalım Kur’an savaş hakkında neler diyor:

ADİYAT SURESİ  100:1-11
“Andolsun soluyuşlarıyla ses çıkararak koşanlara/nefes nefese saldıranlara.
Çakıp çakıp ateş çıkaranlara,
Sabahleyin akın edenlere/baskın yapıp toprak fethedenlere,
Derken onunla toz duman çıkaranlara,
Derken onunla bir topluluğun ortasına dalanlara ki,
insan, rabbine karşı gerçekten nankördür.
Ve kendisi de buna iyiden iyiye tanıktır.
O, mal ve servet arzusu yüzünden alabildiğine katıdır.
Bilmez mi ki o, kabirler içindekiler dışarı fırlatıldığında,
Göğüslerin içindekiler derlenip toplandığında,
Hiç kuşkusuz, o gün, rableri onlardan iyice haberdar olacaktır.”

Bu surede tasfir edilen kimseler, başka ülkeleri dehşet verici bir tarzda talan için, mal ve servet arzusu için fethedenlerdir. Sonra bu mal ve servet için bu fatihlerin katı oldukları zikrediliyor ve hemen peşinden de kıyamet gününde bundan sorguya çekilecekleri hususunda uyarılıyorlar.

 
“BAKARA 190. “Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın.Ama haksız yere saldırmayın/ çarpışmada zulme sapmayın.Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınları sevmiyor.”

Demek ki, İslam “Sizinle çarpışmaya girenlerle...” diyerek savaşı yalnız savunma olduğu zaman mübah görüyor. Haksız yere saldırmayı, çarpışmada zulme sapmayı yasaklıyor. Böyle davrananları da Allah’ın sevmediğini vurguluyor. İnanan bir insanın tüm çabası Allah tarafından sevilmek değil midir? Allah tarafından sevilmemek ise cezaların en büyüğüdür inançlı bir insan için.


BAKARA 191.”Onları yakaladığınız yerde öldürün; onların sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.Fitne/baskı ve bozgunculuk, öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da, onlar sizinle çarpışmaya girinceye kadar siz de onlarla çarpışmaya girmeyin.Eğer sizinle çarpışmaya girerlerse siz de onları öldürün.İşte böyle verilir küfre sapanların cezası!”

Ayet her ne kadar Mescid-i Haram’da diye zaman ve yer gösterir gibi olsa da Kur’an’ın tümünü göz alan İslam alimlerinin hepsi bu ayetin zamanlar üstü, yani her zaman diliminde geçerli olduğunu söylüyorlar. Bu ayette anlatılan nefsi müdafaa sırasında saldırgan bir Müslümana neyi reva görmüşse onunla karşılık vermesini mübah görüyor, fitnenin yani insanlar arasına nifak sokup onları birbirine düşürmenin de öldürmekten bile kötü olduğunu söylüyor.“, onlar sizinle çarpışmaya girinceye kadar siz de onlarla çarpışmaya girmeyin” diyor Kur’an;  saldırıya uğramadıkça çarpışma yok!

BAKARA 192. “Eğer savaşı sona erdirirlerse Allah çok affedici, çok merhametlidir.”

BAKARA 193. “Fitne kalmayıncaya ve din yalnızca Allah'ın oluncaya kadar çarpışın.Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.”

İnsanlığın huzuru için barışı ön koşul olduğunu defalarca söyleyen Kur’an, savaşı başlatan, sona erdirirse  bu durumda Müslümanların da savaşı durdurmasını ama fitneciye/zalime/bozguncuya   karşı düşmanlığın devam etmesini de öngörüyor.

BAKARA 194. “Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler ve yasaklar karşılıklıdır. O halde, azgınlık edip size saldırana, size saldırdığı şekilde ve ölçüde saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki  Allah, kendisinden korkup sakınanlarla beraberdir.”

Savunma savaşında  bile Müslümanın aşırılığa gitmesini Kur’an men ediyor. İslam dini öyle bir din ki, saldırgan olmayanlara, Müslümanları yerlerinden yurtlarından etme amacı olmayanlara Müslümanı iyilik etmekten men etmiyor:

MÜMTEHİNE 8. “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever.”

MÜMTEHİNE 9. “Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar. Böyleleriyle dost olanlar, zalimlerin ta kendileridir.”

Bakara suresinde olduğu gibi Mümtehine suresinin bu ayetinde de Allah yalnız Müslümana karşı savaşan, onu yerinden yurdundan etmeye çalışanlarla Müslümanın dost olamayacağını söyler.

Özetle söyleyebiliriz ki Kur’an saldırgan olmayı, savaş başlatan olmayı hele hele de bu servet ve mal edinmek içinse kesinlikle reddediyor. Savunma savaşını Müslümana farz kılıyor ve onda da aşırılığa zulme gitmeyi yasaklıyor.

Şimdi bu ayetleri gözönünde tutarak Kur’an’a göre Alpaslan’ı, Fatih Sultan Mehmet’i v e Atatürk’ü yargılayalım.

1.        Alpaslan’ın Bizanslılarla olan savaşı Selçuklu devletini doğuda Müslüman ve kendi gibi Türk olan Karahanlılalar’a karşı olduğu gibi batıda da Bizanslılara karşı genişletmek için yapmıştır.  Yani onların ülkelerine girerek saldırıda bulunmuştur.  Alpaslan’ın İslam adına yaptığı savaşlar Kur’an’ın öngördüğü  savunma savaşları değil,  Kur’an’ın hoş görmediği saldırı savaşlarıdır.

2.        Fatih Sultan Mehmet zamanında İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu ortasında ada halinde kalmış bir şehir devletiydi.  Sultan II. Mehmet’e  “FATİH” ünvanını getiren de İstanbul’a karşı yapılan bir saldırı savaşıydı. Yani yine savunma savaşı değil. Fatih Sultan Mehmet bilgili bir devlet adamıydı. Ne yazık ki, ANALİZ MERKEZİ -Fatih Tezcan-ın kötülediği RESMİ TARİH Fatih Sultan Mehmet’i YAKIN ÇAĞI başlatan olarak görürken, tarihçilerin birleştiği hususlardan biri de Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışının da Fatihle başladığıdır. Fatih savaştan sonra tüm Türk kökenli aristokratları yok ederek kölelerden oluşturduğu ve kendine sadık, canı istediği zaman yok edebileceği devlet düzeni oluşturulmuştur. Ve böylece Kur’an’ın ŞÛRA suresinin 38. ayetinde. “[...] İşleri/yöntemleri, aralarında bir şuradır. [...]” diye geçen cümleyi işlerlikten kaldırmıştır. Osmanlı tarihini masal gibi değil de bilimsel olarak inceleyenler bu  hususu çok iyi bilirler.


3.        Atatürk’ün Trablusgarp savaşından Kurtuluş Savaşı’na kadar katıldığı savaşların hepsi de Kur’an’ın öngördüğü savunma savaşıdır. Atatürk, Çanakkale savaşında canlarını kaybeden ANZAK askerlerinin annelerine şöyle seslenmiştir:

“Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır”

İslam tarihinde öylesi yöneticler vardır ki, düşman bildiklerinin cesetlerine bile aman vermemişlerdir. Halife II. Mervan (744-755)  Halife III. Yezid’in ı cesedini mezarından çıkartmış ve baş aşağı çarmıha gererek günlerce halka göstermiştir. Atatürk ise ülkesine saldırı sırasında ölen düşman askerlerinin bile artık bu vatanın koynunda bu vatanın evladı olduğunu söyleyecek kadar yüce gönüllü, Kur’an’ın inananlarda olmasını ayetleriyle öğütlediği  özelliklere sahip insanlardan biridir.

İşgale uğramış İstanbul’da devlet idarecileri kendilerini bile kurtaramazken bir İslam ülkesi olan Türkiye işgal edilmeye başlandığında, İzmir’e Yunan askerleri çıkıp hızla Türkiye’yi işgale başladığı sırada, Anadolu’da Trakya’da Müslüman halk inim inim inlerken Atatürk’ün başlattığı savaşı yok sayan, onu aşağılayan ve kendilerini Müslümanın hası sayanların gözlerine Kur’an’daki yukarıdaki ayetlerden ve aşağıdaki şu iki ayet hiç mi ilişmedi ki, Atatürk’e bu kadar hakaret etmekten utanıp sıkılmıyorlar:

NİSA 75 “Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘ey Rabbimiz, bizi, halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir dost gönder, katından bize bir yardımcı gönder’ diye yakaran mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar, yavrular için savaşmıyorsunuz!”

Anadolu insanının duaları kabul olmuş olacak ki, “mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar, yavrular için” savaşı başlatacak biri olan Mustafa Kemal’i onlara hediye etmiştir.

ŞÛRA 41-42  “Zulme uğratılışı ardından kendini savunana gelince, böyleleri aleyhine yol aranamaz. Aleyhlerine yol aranacak olan şu kişilerdir ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar sergilerler/saldırılarda bulunurlar. İşte böyleleri için acıklı bir azap vardır.”

Sakın ola Alpaslan’ı, Fatih Sultan Mehmet’i ve diğer büyük Türk komutanları kötülediğim anlamı çıkmasın bu yazımdan! Onlar, olaya doğa yasası olan “BÜYÜK BALIK KÜÇÜK BALIĞI YUTAR” anlamında ülkelerin var olma/yok olma savaşı verme ve dünya politikası açısından elbette haklıydılar. Ama olaya din süsü verilerek bazı mareşalları yükselterek bazılarını da aşağılayarak DİNİ kendi tekellrindeymiş gibi davrananlara cevaptır bu yazım.

“Yurtta sulh (=barış), cihanda (=dünyada) barış” diyen Atatürk, saldırganlığı değil Kur’an’ın öğütlediği barışın savunucusu olmuştur.