“EĞRİ
OTURALIM, DOĞRU KONUŞALIM”
Birinin canı sıkılmış ve FACEBOOK’ta açtığı “Atatürk'ün Üstüne Bir Çizgi Çektik“ adlı sayfasında
Atatürk olmasaydı
baban kimdi bilemezdin şerefsiz!' saçmalıklarını duymaktan bıktım!“ demiş ve
eklemiş: „Biz babamızdan değil,
İslam'dan sorulacağız!“ Buraya yani „İslam'dan sorulacağız” kısmına bir mim
koyalım, zira aynı yere yeniden geleceğiz. Kalan kısmı aynen kopyalarak buraya
yapıştırıyorum:
“Anadolu'nun işgal edilemez bir coğrafya ve bu toprakların insanlarının işgal altında kalmaya asla tahammül etmez Müslüman bir Millet olduğunu idrak edemeyenlerin, ...İngiliz İşbirlikçisi bir Diktatör'ü kurtarıcı zan etmeleri bizi değil kendilerini bağlayan fanatik bir esarettir, çağdaş bir yobazlıktır! Bu cehalet ve bu resmi tarih yalanları varken sevmek normaldir ama tapmak sapıklık, taptığı adam için başkasına hakaret ruh hastalığıdır!
Mesele minnet duymaksa, Alpaslan olmasa Anadolu'nun, Fatih Sultan Mehmet olmasa İstanbul'un yüzünü dâhi göremezdiniz! Hele peygamberler ve nihayet Muhammed aleyhisselam olmasa, Sizi Yaratan Allah'ınızı ve Dininizi dâhi bilemezdiniz! Arşivler açılana ve 5816 kalkana kadar sabredin,çok acı gerçekleri çok yakînen öğreneceksiniz...
ANALİZ MERKEZİ -Fatih
Tezcan-„
Bu zat iftiralarına
İslam’ı alet ettiği için yazdıklarını Kur’an açısından inceleyeceğiz, zira
İslam’ın temeli Kur’an’ı Kerim’dir ve bu dinin peygamberi Hz. Muhammed de bu
kitabı tebliğ etmekle görevlendirilmişti.
“Alpaslan olmasa
Anadolu'nun, Fatih Sultan Mehmet olmasa
İstanbul'un yüzünü dâhi göremezdiniz!” demiş ve Atatürk’ü ve yaptıklarını aklınca hiç görmüş,
aşağılamış hatta ona İngiliz işbirlikçisi diyebilecek kadar iftira ve zannını
ileri götürmüştür...
Müslüman geçinip de
Kur’an’dan bi haber olanların kullandığı
iki terim var “FETİH ve İŞGAL. Eğer başka birilerinin topraklarına girilip
oralar orada yaşayan insanların ellerinden alınmış, insanlarının bir kısmı
savaştan sonra köle, cariye olarak esir pazarlarında satılmış, sonra da
kalanlar vergiye bağlanarak sömürülmüşse bunun adı FETİH. Yok eğer başka
milletten, dinden insanlar bu Kur’an’dan bi haber insanların– ki neden bi haber olduklarını
açıklayacağız – topraklarına girmiş onları köle, cariye olarak esir
pazarlarında satmış sonra da kalanları vergiye bağlayarak sömürmüşse bunun adı
da İŞGAL oluyor.
Buraya kadar doğru mu?
Şimdi bakalım Kur’an savaş
hakkında neler diyor:
ADİYAT SURESİ 100:1-11
“Andolsun soluyuşlarıyla
ses çıkararak koşanlara/nefes nefese saldıranlara.
Çakıp çakıp ateş
çıkaranlara,
Sabahleyin akın
edenlere/baskın yapıp toprak fethedenlere,
Derken onunla toz duman
çıkaranlara,
Derken onunla bir
topluluğun ortasına dalanlara ki,
insan, rabbine karşı
gerçekten nankördür.
Ve kendisi de buna iyiden
iyiye tanıktır.
O, mal ve servet arzusu
yüzünden alabildiğine katıdır.
Bilmez mi ki o, kabirler
içindekiler dışarı fırlatıldığında,
Göğüslerin içindekiler
derlenip toplandığında,
Hiç kuşkusuz, o gün, rableri onlardan iyice haberdar
olacaktır.”
Bu surede tasfir edilen kimseler, başka ülkeleri dehşet
verici bir tarzda talan için, mal ve servet arzusu için fethedenlerdir. Sonra
bu mal ve servet için bu fatihlerin katı oldukları zikrediliyor ve hemen peşinden
de kıyamet gününde bundan sorguya çekilecekleri hususunda uyarılıyorlar.
“BAKARA 190. “Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın.Ama haksız yere saldırmayın/ çarpışmada zulme sapmayın.Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınları sevmiyor.”
Demek ki, İslam “Sizinle
çarpışmaya girenlerle...” diyerek savaşı yalnız savunma olduğu zaman mübah
görüyor. Haksız yere saldırmayı, çarpışmada zulme sapmayı yasaklıyor. Böyle
davrananları da Allah’ın sevmediğini vurguluyor. İnanan bir insanın tüm çabası
Allah tarafından sevilmek değil midir? Allah tarafından sevilmemek ise
cezaların en büyüğüdür inançlı bir insan için.
BAKARA 191.”Onları
yakaladığınız yerde öldürün; onların sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın.Fitne/baskı ve bozgunculuk, öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i
Haram'da, onlar sizinle çarpışmaya girinceye kadar siz de onlarla çarpışmaya
girmeyin.Eğer sizinle çarpışmaya girerlerse siz de onları öldürün.İşte böyle
verilir küfre sapanların cezası!”
Ayet her ne kadar Mescid-i
Haram’da diye zaman ve yer gösterir gibi olsa da Kur’an’ın tümünü göz alan
İslam alimlerinin hepsi bu ayetin zamanlar üstü, yani her zaman diliminde
geçerli olduğunu söylüyorlar. Bu ayette anlatılan nefsi müdafaa sırasında
saldırgan bir Müslümana neyi reva görmüşse onunla karşılık vermesini mübah
görüyor, fitnenin yani insanlar arasına nifak sokup onları birbirine düşürmenin
de öldürmekten bile kötü olduğunu söylüyor.“, onlar sizinle çarpışmaya
girinceye kadar siz de onlarla çarpışmaya girmeyin” diyor Kur’an; saldırıya uğramadıkça çarpışma yok!
BAKARA 192. “Eğer savaşı
sona erdirirlerse Allah çok affedici, çok merhametlidir.”
BAKARA 193. “Fitne
kalmayıncaya ve din yalnızca Allah'ın oluncaya kadar çarpışın.Eğer çarpışmaktan
vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.”
İnsanlığın huzuru için
barışı ön koşul olduğunu defalarca söyleyen Kur’an, savaşı başlatan, sona
erdirirse bu durumda Müslümanların da
savaşı durdurmasını ama fitneciye/zalime/bozguncuya karşı düşmanlığın devam etmesini de
öngörüyor.
BAKARA 194. “Haram ay,
haram aya karşılıktır. Hürmetler ve yasaklar karşılıklıdır. O halde, azgınlık
edip size saldırana, size saldırdığı şekilde ve ölçüde saldırın. Allah'tan
korkun ve bilin ki Allah, kendisinden
korkup sakınanlarla beraberdir.”
Savunma savaşında bile Müslümanın aşırılığa gitmesini Kur’an men
ediyor. İslam dini öyle bir din ki, saldırgan olmayanlara, Müslümanları
yerlerinden yurtlarından etme amacı olmayanlara Müslümanı iyilik etmekten men
etmiyor:
MÜMTEHİNE 8. “Allah sizi,
din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere
iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta
tutanları sever.”
MÜMTEHİNE 9. “Allah sizi;
ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza
yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar. Böyleleriyle dost olanlar,
zalimlerin ta kendileridir.”
Bakara suresinde olduğu gibi
Mümtehine suresinin bu ayetinde de Allah yalnız Müslümana karşı savaşan, onu
yerinden yurdundan etmeye çalışanlarla Müslümanın dost olamayacağını söyler.
Özetle söyleyebiliriz ki Kur’an
saldırgan olmayı, savaş başlatan olmayı hele hele de bu servet ve mal edinmek
içinse kesinlikle reddediyor. Savunma savaşını Müslümana farz kılıyor ve onda
da aşırılığa zulme gitmeyi yasaklıyor.
Şimdi bu ayetleri gözönünde
tutarak Kur’an’a göre Alpaslan’ı, Fatih Sultan Mehmet’i v e Atatürk’ü yargılayalım.
1.
Alpaslan’ın
Bizanslılarla olan savaşı Selçuklu devletini doğuda Müslüman ve kendi gibi Türk
olan Karahanlılalar’a karşı olduğu gibi batıda da Bizanslılara karşı
genişletmek için yapmıştır. Yani onların
ülkelerine girerek saldırıda bulunmuştur. Alpaslan’ın İslam adına yaptığı savaşlar
Kur’an’ın öngördüğü savunma savaşları
değil, Kur’an’ın hoş görmediği saldırı
savaşlarıdır.
2.
Fatih
Sultan Mehmet zamanında İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu ortasında ada halinde
kalmış bir şehir devletiydi. Sultan II.
Mehmet’e “FATİH” ünvanını getiren de
İstanbul’a karşı yapılan bir saldırı savaşıydı. Yani yine savunma savaşı değil.
Fatih Sultan Mehmet bilgili bir devlet adamıydı. Ne yazık ki, ANALİZ MERKEZİ -Fatih Tezcan-ın kötülediği RESMİ TARİH
Fatih Sultan Mehmet’i YAKIN ÇAĞI başlatan olarak görürken, tarihçilerin
birleştiği hususlardan biri de Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışının da Fatihle
başladığıdır. Fatih savaştan sonra tüm Türk kökenli aristokratları yok ederek
kölelerden oluşturduğu ve kendine sadık, canı istediği zaman yok edebileceği
devlet düzeni oluşturulmuştur. Ve böylece Kur’an’ın ŞÛRA suresinin 38. ayetinde. “[...] İşleri/yöntemleri,
aralarında bir şuradır. [...]” diye geçen cümleyi işlerlikten
kaldırmıştır. Osmanlı tarihini masal gibi değil de bilimsel olarak inceleyenler
bu hususu çok iyi bilirler.
3.
Atatürk’ün
Trablusgarp savaşından Kurtuluş Savaşı’na kadar katıldığı savaşların hepsi de
Kur’an’ın öngördüğü savunma savaşıdır. Atatürk, Çanakkale savaşında canlarını
kaybeden ANZAK askerlerinin annelerine şöyle seslenmiştir:
“Uzak memleketin
toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; göz yaşlarınızı dindiriniz.
Evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.
Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır”
İslam tarihinde öylesi yöneticler vardır ki, düşman
bildiklerinin cesetlerine bile aman vermemişlerdir. Halife II. Mervan
(744-755) Halife III. Yezid’in ı cesedini
mezarından çıkartmış ve baş aşağı çarmıha gererek günlerce halka göstermiştir.
Atatürk ise ülkesine saldırı sırasında ölen düşman askerlerinin bile artık bu
vatanın koynunda bu vatanın evladı olduğunu söyleyecek kadar yüce gönüllü,
Kur’an’ın inananlarda olmasını ayetleriyle öğütlediği özelliklere sahip insanlardan biridir.
İşgale uğramış İstanbul’da devlet idarecileri kendilerini
bile kurtaramazken bir İslam ülkesi olan Türkiye işgal edilmeye başlandığında,
İzmir’e Yunan askerleri çıkıp hızla Türkiye’yi işgale başladığı sırada,
Anadolu’da Trakya’da Müslüman halk inim inim inlerken Atatürk’ün başlattığı
savaşı yok sayan, onu aşağılayan ve kendilerini Müslümanın hası sayanların
gözlerine Kur’an’daki yukarıdaki ayetlerden ve aşağıdaki şu iki ayet hiç mi
ilişmedi ki, Atatürk’e bu kadar hakaret etmekten utanıp sıkılmıyorlar:
NİSA
75 “Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘ey
Rabbimiz, bizi, halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir dost
gönder, katından bize bir yardımcı gönder’ diye yakaran mazlum ve çaresiz
erkekler, kadınlar, yavrular için savaşmıyorsunuz!”
Anadolu
insanının duaları kabul olmuş olacak ki, “mazlum ve çaresiz erkekler,
kadınlar, yavrular için” savaşı başlatacak biri olan Mustafa Kemal’i onlara
hediye etmiştir.
ŞÛRA
41-42 “Zulme uğratılışı ardından kendini savunana
gelince, böyleleri aleyhine yol aranamaz. Aleyhlerine yol aranacak olan şu
kişilerdir ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar
sergilerler/saldırılarda bulunurlar. İşte böyleleri için acıklı bir azap
vardır.”
Sakın
ola Alpaslan’ı, Fatih Sultan Mehmet’i ve diğer büyük Türk komutanları kötülediğim
anlamı çıkmasın bu yazımdan! Onlar, olaya doğa yasası olan “BÜYÜK BALIK KÜÇÜK
BALIĞI YUTAR” anlamında ülkelerin var olma/yok olma savaşı verme ve dünya
politikası açısından elbette haklıydılar. Ama olaya din süsü verilerek bazı
mareşalları yükselterek bazılarını da aşağılayarak DİNİ kendi tekellrindeymiş
gibi davrananlara cevaptır bu yazım.
“Yurtta
sulh (=barış), cihanda (=dünyada) barış” diyen Atatürk, saldırganlığı değil
Kur’an’ın öğütlediği barışın savunucusu olmuştur.