5 Aralık 2011 Pazartesi

Doğal Aşktan Enel Hak’a


Doğal Aşktan Enel Hak’a

Ne isterdim bilir misiniz dostlar?
Aşık olmayı iliklerime dek!
Öyle bir aşk ki, beni benden alıp
Mecnun edip çöllere sürecek.

Unutturacak tüm dünyayı bana,
Tüm dünyevi kaygulardan uzak,
Benliğimi varlığında yok ederek,
Ebediyyen kollarında uyutacak.

Gözlerine baktığımda sevgilinin,
Sonsuzluğunda yok olacağım,
Bir Budist gibi nirvanaya ulaşıp,
İlahi sonsuzlukla  buluşacağım.

Maksut Sarı

2 Kasım 2011 Çarşamba

YAKARIŞ


YAKARIŞ

Allah’ım  öyle bir perçinleki yüreğime sevgini!
Tüm hücrelerimde hissedeyim seni.
Yediğim ekmekte, içtiğim suda , ettiğim duada
Tüm benliğimde hissedeyim sevgini.
Allah’ım okunan ezanlarda erit benliğimi!
Ki uzak tutsun beni her türlü sevgisizlikten.
Okuduğum her kitapta, yazdığım her harfte,
Seninle olayım unutayım kendimi.

Maksut SARI

31 Ekim 2011 Pazartesi

1100 YIL ÖTEDEN ETKİLER


1100 YIL ÖTEDEN ETKİLER
Hayyam’a takıldım bu akşam; bir rubaide yüzlerce kitabın açıklamaya uğraştığını serivermiş gözlerimizin önüne:
Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok.
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:
Ömrüm gelip geçmiş hiç bir şey bildiğim yok.

                Demek ki, ne kadar çok şey bildiğimizi sandığımız an, bir de bakıyoruz ki, bildiğimiz devede kulak değil, deryada kum tanesi kadarmış. Devam ediyor Hayyam haleti ruhiyemizi anlatmaya:

Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın o da boştur boş!

                Sonra bir de dönüp yaptığımız işlere bakıyoruz:

Bir elde kadeh, bir elde Kur’an;
Bir helâldir işimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kâfiriz ne tam müslüman!

                Hayyam yol göstermiş sonra bize:

Yarım somunun var mı? Bir ufak da evin?
Kimselerin kulu kölesi değil misin?
Kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya?
Keyfine bak: en hoş dünyası olan sensin.


Ölümü hatırlamış sonra bize inceden inceden:

Niceleri geldiler, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.

Bakmış, bakmış da yaşama, insanların acımasızlığına, çıkar için insanların birbirine kırdırılmasına, kuvvetlinin zayıfı ezmesine, zayıfın da kendinden zayıfını bulduğu zaman nasıl da kuvvetliyi taklit edip üzerine çullandığına, şöyle demiş:

Ah, Tanrı dünyayı yeniden yarataydı,
Yaratırken beni de yanında tutaydı;
Derdim: Ya benim adımı sil defterinden,
Ya da benim dilediğimce yarat dünyayı

 Bencileyin sonunda ondan da vazgeçmiş:

Elimde olsa dünyayı küçümserdim;
İyisine kötüsüne de yuf çekerdim;
Daha doğrusu bu aşağılık yere
Ne gelirdim, ne yaşardım ne ölürdüm.

Bugünlük bu kadar yeter Hayyam’dan, yoksa gama kasevete boğulmak işten bile değil.

26 Ekim 2011 Çarşamba

UNUTKANLIK


UNUTKANLIK

Ademoğlu ne çabuk unutuyor herşeyi!
Deprem, sel felaketi ya da yakınımızdaki bir ölüm,
Sarsıyor bir an benliğimizi.
Söz veriyoruz yeminlerle:
“Hayat ne kadar kısa, ne kadar yakın sonum,
Artık kalan zamanı insanca geçirebilmek sorunum.”
Aradan bir zaman geçince bu olaydan sonra,
Verilen söz sonbahardaki yaprak gibi,
Önce sararıyor sonra kuruyup
Düşüyor zihnimizden günlük yaşama.
Unutuyoruz herşeyi, yaptığımız planı, verdiğimiz sözleri,
Sanki ölenler başka biz hiç ölmeyecekmişiz gibi.
Bir sonraki uyarıya kadar
Dü şeş atmaya çalışarak  tüketiyoruz kendimizi.

Maksut SARI

4 Temmuz 2011 Pazartesi

„İnsan olmak zor sanat“


„İnsan olmak zor sanat“[1]
Harut’la Marut adlı  iki melek.
Demişler birgün Allah’a: “Ya Rab! Sen bizi yarattın nurdan,
Sonra da yarattın insanları adi bir çamurdan.
Her türlü günahtan arınmış, baştan çıkarılmaktan uzaktayken biz,
İnsanlara ne oluyor böyle, günahları misali deniz?
Kan dökerler, baştan çıkar,  çıkarırlar birbirlerini.
Hırsızlık onlarda, isyan onlarda, dağları inletir işkenceleri.”
Tanrı buyurmuş onlara: “Hadi inin yere,
Görelim bakalım arınmışlığınızın hangi seviyede.”
Yere inen iki melek bürünmüşler insan gibi ete, kemiğe.
Daha iki adım atmamışlardı ki,
Vurulmuşlar karşılarına çıkan Zühre’nin güzelliğine.
Unutmuşlarr günahı, erdemi, edebi.
Kendileriyle yatması için,
İkna etmeye çabalamışlar güzeller güzeli Zühre’yi.
Zühre bir adam göstermiş onlara demiş:
“Bu adama aitim ben, öldürürseniz onu,
Sahiplenmek olur bedenimi bu işinizin sonu.”
Daha kurumadan ellerinin kanı,
Dindirmişler Zühre’nin bedeninde içlerindeki şeytanı.
Başlarına gelmiş akılları yenildikten sonra nefislerine.
Daha iki saat geçmeden inişten yeryüzüne,
İki büyük günah işlemişlerdi ki, günahların ekberi.
Kıyamate dek mahkum edildiler derin bir kuyuda,
Başaşağı utanç içinde asılı durmaya.
Zavallı iki melek kavrayamamıştı  bir türlü,
Arınmışlıkları değildi kendi çabalarından ötürü.
Denemeye de tutulmamışlardı yaratılışları gereği,
İnsanları ise yaratırken Tanrı çamurdan,
İçlerine koymuştu nefis denen şeyi.
Nefisle mücadeleydi insanı üstün eden meleklerden.
Şöyle diyor Kur’an Sure-i TİN, Ayet dört ve beşte:
“Şu bir gerçek ki biz insanları yarattık en güzel biçimde,
Attık sonra da çevirip düşüklerin en düşüğüne.”
Yalnız bir istisnası var bunun,
Allah’a  ve ahret gününe iman ederse kişi,
Bunun yanında hayra ve barışa da yönelik olursa işi.
Korkmasın onlar olsalar bile Yahudi, Hırıstiyan ya da Sâbii,
Alacaklar Kur’an’da vaad edilen ödüllerini.[2]

Maksut SARI

[1] Nazım Hikmet
[2] Bakınız: Bakara Suresi, Ayet: 62, Maide Suresi, Ayet: 69; Âli İmran Suresi,Ayet: 113-114

29 Haziran 2011 Çarşamba

Kayısı Çekirdeği ve Çocuk

Kayısı Çekirdeği ve Çocuk

Bir çocuk oynayıp zıplarken bahçede,
Bir kayısı çekirdeği buldu yerde.
Kırıp yemek istediği için içini,
Koydu  iki taşın arasına çekirdeği.
Kayınca çekirdek taşların arasından,
Bir vuruşta çocuk yaralandı parmağından.
Biraz ahlayıp pofladıktan sonra,
Gömdü çekirdeği derince toprağa.
Dedi: „Çürüsün toprağın içinde hain çekirdek,
Görsün neymiş yaralamak parmağımı derincek!”
Mevsim yazdan kışa, kıştan bahara döndü,
Gevşedi kabuğu çekirdeğin yemyeşil filizi göründü.
Koşarken bahçede yine sağa sola,
Gözü takıldı filize çayırlar arasında.
Suladı sık sık, gözü gibi korudu filizi,
Filiz zamanla fidana, fidan ağaca döndü.
Hem kayısı verdi hem de gölge oldu dibinde oturana.
Altında, dallarında oynadı çocuklar,
İri, sulu kaysıları yediler, kuruttular artanı da.
Gölgesinde yapılan düğünleri şenlikleri,
Anlattılar nesilden nesile nasıl eğlendiklerini.
Başta kötü bilinen iyi olabilirmiş sonunda.
Böyle yazıyor kitabımız kutsal Kur’an’da[1].

Maksut SARI

[1] Bakara Suresi, 216. ayet

6 Haziran 2011 Pazartesi

İstek


İstek
Bir hekim olmak isterdim,
Parmaklarından şifa akan hastalara.
Bir hakim olmak isterdim,
Kaleminden adalet dağıtan haksızlığa uğramışlara.
Bir öğretmen olmak isterdim,
Mum gibi erirken ışık dağıtan,
Gözleri pırıl pırıl tertemiz yavrulara.
Ama en çok…
En çok bir şair olmak isterdim,
Sevdalı yüreklere umut dağıtan,
Ses olan aşıkların bağrına,
Haykıran, ağlayan, ağlatan,
Bitmiş, bitecek, doğmamış tüm sevdalara

Maksut SARI
Gladbeck, 23.09.03

Kolay Kazanç


Kolay Kazanç
    Kurt dağda, ormanda avlandığında önüne gelen nasibini avlarsa zayıf olur, hep biraz aç  olur, ama uzun yaşar. İşin kolayına kaçar da sürüye saldırırsa, çobanların ve çoban köpeklerinin kendini öldürebileceğini hesaba katmalıdır.
    Kısmetini kolay yoldan elde etmeye çalışan insanın da eninde sonunda kısmetin koruyucularının eline düşeceğini gözardı etmemelidir.

Gladbeck, 04.09.03